Turizm sektörü, günümüzde küresel ekonominin en önemli dinamiklerinden biri haline gelmiştir. Gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, yerel ekonomilere büyük katkılar sağlayan turizm hareketleri; bu özelliğinden dolayı ülkelerin dikkatini üzerine çekmektedir. Sektörün büyüklüğü arttıkça ekonomik faydaları da buna paralel olarak artmaktadır. Ancak gözlerden kaçan, belki de görmezden gelinen bir husus var ki; bu büyümeyle birlikte turizmin çevre üzerindeki tahribatı da eş zamanlı olarak artış göstermektedir.
Bu durum, ekoturizm kavramının doğmasına yol açmıştır. Ekoturizm, 1980’li yıllardan itibaren literatürde, 1990’lı yıllardan itibaren ise uygulama ve turizm politikalarında yer almaya başlamıştır. Turizm bakanlığı ekoturizmi yayla turizmi, kuş gözlemciliği, kamp-karavan turizmi, botanik turizmi, akarsu sporları turizmi, mağara turizmi, dağ turizmi gibi başlıklar altında değerlendirmektedir.
2002 yılında Kanada’da toplanan ”Dünya Ekoturizm Zirvesi”nde tüm ülkelerin benimsediği ortak tanıma göre ekoturizm; yeryüzünün doğal kaynaklarının sürdürülebilirliğini güvence altına alan, bunun yanı sıra yerel halkların ekonomik kalkınmasına destek olurken, sosyal ve kültürel bütünlüklerini koruyup gözeten bir yaklaşım ya da tavırdır.
Ekoturizmin Temel Özellikleri
- Doğa temelli olması
- Biyoçeşitliliğin korunmasına katkıda bulunması
- Yerel toplumların refahını desteklemesi
- Olumsuz çevresel ve sosyokültürel etkilerin minimuma indirgenmesi için aktivitelerini hem turistler hem de yerel halkın sorumluluğunda düzenlemesi
- Yenilenemez kaynakların minimum kullanımını gerektirmesi
- Yerel mülkiyetin ve yerel topluma dönük istihdam imkanlarının üretilmesini öngörmesi
Artan çevre sorunlarının insanların hayat kalitesini tehdit eder hale gelmesi, kaynakların hızla tükenmesinden dolayı gelecek kuşakların ciddi sorunlarla karşılaşma tehlikesi dünyada ekolojiye daha fazla önem verilmesi gerekliliğini doğurmuş ve birçok alanda çevreci politikalar esas alınmıştır. Ekoturizm, turizmin bir alt dalı ya da bir turizm politikası olarak, ”çevre” odaklı faaliyetleri ifade eder.
Kentleşmenin hızla artmasıyla birlikte doğal alanlar yerini büyük ölçüde insan yapımı binalara, yollara, köprülere bırakmış ve artan nüfusa paralel olarak yapılaşma giderek artmıştır. Şehir hayatının yoğunluğu ve rutinliği insanları boş zamanlarında doğayla iç içe olmaya itmiş, bu nedenle ekoturizm ve ekorekreasyona olan talep gün geçtikçe artmaya başlamıştır.
Antroposentrik Ekoturizm
Ekoturizme olan talebin artması bir yandan olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilirken, birtakım kaygıları da bünyesinde barındırmaktadır. Zira ekoturizmin ekorekreasyondan farklı olarak ekonomik ve ticari değer taşıması, sırf ekonomik rantabilite uğruna çevre duyarlılığının ikinci plana atılabilmesine; hatta ve hatta ekoturizmin bir paravan olarak kullanılarak karı maksimize etme düşüncesiyle çevreye yönelik geri dönüşü olmayan zararlar verilebilmektedir. Turizm de olduğu gibi ekoturizmde de nihai amaç ‘ekonomik büyümeyi sağlamaktır’.
Genel olarak dünyadaki uygulamalara bakıldığında ne yazık ki ekoturizmin kendine has karakteristiklerinin dışına çıkarak ekonomik ve endüstriyel bir yapıya dönüşmüş olduğu, ekosentrik yaklaşımdan ziyade antroposentrik yaklaşıma haiz olduğu net olarak görülebilmektedir.
Ekoturizm, amacına uygun olarak gerçekleştirildiğinde turizm faaliyetlerinin doğanın dengesini bozacak davranışlardan uzak bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacaktır. Çünkü ekoturizmde esas olan kitle turizminin aksine turist sayısını aza indirmek ve yıla yaymaktır. Bu şekilde doğaya yapılan baskı azaltılacak ve taşıma kapasitesi korunabilecektir. Aksi halde çevre sorunlarıyla karşılaşılması kaçınılmazdır.
Bununla birlikte ekoturizme kaynak oluşturan destinasyonların genellikle kırsal alanlarda, yoksulların yaşadığı bölgelerde olmasından dolayı bölgelerarası dengesizliği giderici/azaltıcı etkisi vardır.
İlk yorum yapan olun